edebiyat
 
  Ana Sayfa
  Dil Bilgisi
  => Yeryüzündeki Diller ve Sınıflandırılması
  => Türk Yazı Dilinin Tarihi Gelişimi
  => Türkler'in Tarih Boyunca Kullandığı Alfabeler
  => Türk Dilinin Bugünkü Durumu ve Yayılma Alanları
  Ziyaretşi defteri
  Fotoğraf
Türk Yazı Dilinin Tarihi Gelişimi

VI. TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ

Yaklaşık 2000 yıllık bir tarihî geçmişi olan Türkçe dünyanın en eski ve büyük dillerinden birisidir. Bu dil uzun tarihî süreç içerisinde çeşitli devirlerden geçerek günümüze kadar gelmiştir. Türk dili kesintiye uğramadan yazıya geçirilmiş bir dildir. Dünyanın bugün önde gelen dillerinin geçmişine bakıldığında birçoğunun Türk diline nazaran yazı dili hâline gelmesi daha yenidir

Türk yazı dilinin tarihî gelişmesi, başlangıçtan bugüne kadar Türkçede görülen ses, yapı, söz dizimi ve anlam alanlarında ortaya çıkan değişmeler ve tarihî süreç içinde, yeni kavramlarla birlikte ortaya çıkan yerli ve yabancı unsurlarının doğurduğu gelişmeler dikkate alınarak incelenmiştir.

Türkçenin ilk yazılı belgeleri Eski Türkçe devresine aittir. Eski Türkçe devresi (VI.-X. yüzyıllar) kendi içinde Köktürkçe devresi ve Uygurca devresi olarak ikiye ayrılır.

Köktürkçe devresinden kalan başlıca eserler Orhun bengü taşları ile Yenisey ve Talas yazıtlarıdır.

Orhun Abideleri veya Köktür Yazıtları adıyla  anılan bengü taşlar, bugünkü Moğolistan sınırları içinde bulunan Baykal gölünün güneyinde Orhun ırmağı kıyısında dikilmiş üç büyük taş yazıttan oluşmaktadır. Bunlar M.S. 731 yılında ölen Kültigin adına, büyük kardeşi ve Köktürk kağanı Bilge Kağan tarafından  732 tarihinde diktirilen Kültigin Yazıtı ile M.S 734 yılında ölen Bilge Kağan adına, 735 tarihinde diktirilen Bilge Kağan Yazıtı ve devrin önde gelen veziri Tonyukuk adına, M.S. 724-726 yılları arasında dikildiği tahmin edilen Tonyukuk Yazıtı’dır.

Bugün Moğolistan sınırları içinde bulunan, Türk tarihinin, Türk dilinin, Türk edebiyatının ve bütünüyle Türk kültür tarihinin ilk yazılı metinlerini oluşturan bu yazıtlar Türklerin kendi icadı olan Köktürk yazısıyla yazılmıştır.

Yenisey Yazıtları, pek çok küçük çaplı mezar taşlarından oluşan yazıtlardır. Bunlarda belli bir tarih olmamakla birlikte taşlar üzerinde yapılan incelemeler neticesinde,  bunların V. yüzyıla ve Kırgızlara ait oldukları sanılmaktadır.

Uygurca  devrinden kalma eserler taş ve kağıt üzerine yazılmış metinler ile kütük basması denilen tahta harflerle basılmış eserlerdir. Bu dönemden kalma eserlerin çoğu dinî niteliklidir. İçlerinde şiirler, tıp, astronomi, falcılık vb. konularla ilgili olanlar da vardır. Bunlardan en önemlileri şunlardır:

Altun Yaruk (Altın Işık): Budizm mukaddes kitabıdır. Burkancılığın inanç ve felsefesini, din adamlarının menkıbeleriyle süsleyerek anlatan 700 sayfalık büyük bir eserdir.

Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın): Budizm inanç ve felsefesini anlatan bir eserdir.

Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzâde): İki kardeş arasında geçen burkan dinine ait bir menkıbenin hikâyesidir.

Irk Bitig (Fal Kitabı): Mani dinine ait Köktürk harfleriyle yazılmış bir fal kitabıdır.

Türklerin X. yüzyıldan itibaren toplu olarak İslamiyet dairesine girmesi ve batıya doğru yaptıkları göçler yeni bir kültür ve medeniyet ortamının doğmasına da zemin hazırlamıştır. Bu dönemde Türklerin dil ve edebiyatında da önemli değişiklikler ortaya çıkar.

Türk dilinin tarihî gelişiminde Orta Türkçe devresi olarak isimlendirilen XI.-XV. yüzyıllarda Türkçenin iki ana kola ayrıldığı görülür: Doğu Türkçesi, Batı Türkçesi. Sonraki asırlarda Türk yazı dili bu iki ana kol üzerinde gelişmesine devam eder.

1. DOĞU TÜRKÇESİ

Hazar Denizi’nin kuzeyinden itibaren yayılan Türklük kolu, Kuzey-Doğu Türkçesi diye anılır. Eski Türkçenin büyük ölçüde devamı niteliğindeki bu Türkçe, Karahanlılar devrinde Hakaniye Türkçesi (Karahanlı Türkçesi) adını alır.

Hakaniye Türkçesiyle yazılmış ve bugüne kadar gelebilmiş Türk kültür tarihi açısından fevkalade önemi hâiz eserler bulunmaktadır.

Kutadgu Bilig: Mutluluk veren bilgi anlamına gelen ve bir nevi siyâsetnâme niteliği taşıyan bu eser 1069-1070 yılında Balasagunlu Yusuf tarafından yazılmış 6645 beyitlik manzum bir eserdir. Eserin başarısı sebebiyle şairine Has Hâcib unvanı verilmiştir.

Eserde şair, ‘adalet, devlet, akıl ve kanaat’ı temsil eden dört sembolik şahsı birbirleriyle konuşturarak insan hayatının çeşitli kademelerini tahlile yönelir. Birbirleriyle çok yakından ilişkili bulunan kişi, toplum ve devlet hayatının ideal ölçülerde nasıl düzenlenebileceğinin yollarını gösterir. Özellikle devlet adamlarının taşıması gereken ideal özelliklere vurgu yapar.

Divânü Lügati’t-Türk: 1077 yılında Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmış bu eser, ansiklopedik bir sözlüktür. Araplara Türk dilini öğretmek maksadıyla yazılmış bu eser, Arap grameri temeline dayanılarak hazırlanmıştır. Eser, basit bir sözlük olmaktan öte, Türk dili ve  Türk kültürü açısından çok önemli bilgiler ihtiva eden bir eserdir.

Atabetü’l-Hakayık: Yüknekli Edib Ahmet tarafından XII. yüzyıl başlarında yazıldığı tahmin edilen, dinî-tasavvufî mahiyette bir eserdir. Eser manzum olarak dörtlükler hâlinde tertip edilmiştir.

Doğu Türkçesi XV. yüzyıldan itibaren Çağatay Türkçesi adıyla anılmaya başlamıştır. Bu Türkçe  XV.-XVI. yüzyıllarda güçlü bir edebiyat dili hâline alır.

Çağatay Türkçesinin bu yüzyıllara ait önemli eserleri mevcuttur. Özellikle Ali Şir Nevaî dil alanındaki çalışmalarıyla ve yazdığı önemli eserleriyle Çağatay Türkçesinin bir edebiyat dili hâline gelmesine önemli katkılar yapmıştır.

Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserde Nevaî, Türkçenin Farsçayla mukayesesini yapar ve Türkçenin Fansça kadar bir edebiyat dili olduğunu hatta birçok üstünlüklere sahip olduğunu iki dili mukayese ederek ortaya koymaya  çalışır.

Hüseyin Baykara, Babür Şah, Ebu’l-Gazi Bahadır Han gibi isimler, bu dilin bir edebiyat dili olmasına katkı yapmışlardır. Ebu’l-Gazi Bahadır Han’ın Şecere-i Terakime ve Şecere-i Türk adlı eserleri Türklerin soyağacını ortaya koyması bakımından önemlidir.

XIII. ve XIX asırlar Çağataycanın son devridir. Bu devirde, bölge ağızlarının ve Özbekçenin yazı diline girmesi ile XX. yüzyılda Çağatayca yerini Özbekçeye bırakmıştır. Bugün Doğu Türkçesi Batı Türkistan’da Özbekçe, Çin idaresindeki Doğu Türksitan’da da Yeni Uygurca ile temsil edilmektedir. Sibirya ve Altay dağları bölgesindeki Altay, Abakan, Baraba, Şor, Kızıl vb. adlar altındaki lehçeler Doğu Türkçesinin bugünkü dallarıdır.

2. BATI TÜRKÇESİ

Bu Türkçe, Günay-Batı Türkçesi ve Kuzey-Batı Türkçesi diye iki kola ayrılır. Kuzey-Batı Türkçesi genellikle Kıpçak Türkçesi olarak tanınır. Güney-Batı Türkçesi de genel mânada Batı Türkçesi olarak bilinir.

a. Kuzey-Batı Türkçesi (Kuzey Türkçesi, Kıpçak Türkçesi)

Hazar denizi ile Karadeniz’in kuzey kesimini kapsayan Türk göçleri genellikle Kuman, Kıpçak Türklerine dayandığı için bu kesimde kurulup gelişen  Türkçeye, Kıpçak Türkçesi adı verilir. Kıpçak Türkçesi, XIII.-XV. yüzyıllar arasında Altınordu ve Mısır, Suriye bölgelerinde kullanılan Türkçedir.

Kıpçak Türkçesi, bir kolu kuzeyde;  bir kolu da güneyde, Mısır ve Suriye’de Memlük Kıpçakçası olarak varlığını sürdürmüştür.

 Kıpçak Türkçesinin kuzey kolunun söz konusu asırlara ait dil ve edebiyat yadigarları şunlardır:

Kodeks-Kumanikus (Codex Cumanicus): Hıristiyanlığa ait ilâhileri, bilmeceleri,  Türkçe-Almanca-Latince-Farsça sözlük parçalarını içine alan bir eserdir. Bu eser 1303 yılında  İtalyan ve Alman rahipler tarafından Karadeniz’in kuzeyindeki Kıpçak Türklerinden derlenmiştir.

Hüsrev ü Şirin: Kutb tarafından 1342’de yazılmış 4370 beyitlik bir mesnevidir.

Gülistan Tercümesi:  Saraylı Seyf tarafından 1391 yılında İranlı şair Sâdî’nin Gülistan adlı Farsça eserinden yapılmış bir tercümedir.

Şunlar da Memlük Kıpçakçasına ait önemli eserlerdir.

Tercümân-ı Türkî ve Arabî: 1245 tarihinde Mısır’da yazılmış Türkçe-Arapça sözlük ve gramerdir.

Kitâbü’l-İdrâk li-lisâni’l-etrâk (Türkçeyi Anlama Kitabı): 1312 tarihinde Abû Hayyân tarafından yazılmış, Mısır Kıpçakçasıyla ilgili bir sözlük ve gramerdir.

Et-Tuhfetü’z-zekiyye fi’l-lügâti’t-Türkiyye: 1425 tarihinden önce Mısır Kıpçakçası üzerine yazılmış olan ve yazarı bilinmeyen bir gramer kitabıdır.

Kitâbu bulgati’l-müştâk fi-lügâti’t-Türk ve’l-Kıpçak: 1451 yılından önceki tarihlerde Suriye’deyazılmış olan Arapça-Türkçe sözlüktür.

Memlük Kıpçakçası  XVI. yüzyıldan sonra yerini Osmanlı Türkçesine bırakmıştır.

b. Güney-Batı Türkçesi (Batı Türkçesi, Oğuz-Türkmen Grubu)

Güney-Batı veya Batı Türkçesi, Hazar denizinin güneyinden batıya uzanan Türk dili koludur. XII. Yüzyıl sonlarıyla XIII. yüzyıl başlarından günümüze kadar Anadolu, Kuzey Azerbaycan, Güney Azerbaycan, Irak, Suriye, Adalar, Rumeli ve Kuzey Afrika’da kullanılan Türkçedir. Güney-Batı Türkçesi Oğuz-Türkmen şivesine dayandığı için bu Türkçeye bazı dil bilginleri Oğuzca da demektedir. Güney-Batı Türkçesi Türklüğün en büyük ve en verimli yazı dili olarak kabul edilir.

Güney-Batı Türkçesi, esas itibariyle Anadolu ve Rumeli bölgelerinde kurulmuş ve gelişmiştir. Bu Türkçe, kurulduğu ve geliştiği bölgelere göre kendi arasında dört devreye ayrılır:

1.        Eski Anadolu Türkçesi (XIII.-XV. yüzyıllar)

2.       Osmanlı Türkçesi (XV.-XX. yüzyıllar arası)

3.       Bugünkü Türkiye Türkçesi (XX. yüzyıl başlarından günümüze kadar)

4.       Azeri Türkçesi

 

 

1. Eski Anadolu Türkçesi: 

Anadolu Selçuklu Devletinin kuruluşundan sonra XIII. yüzyıl başlarından XV. yüzyıl sonlarına kadar Anadolu ve Rumeli bölgelerinde varlığını sürdüren Oğuzca temelindeki Türkçedir.

Eski Anadolu Türkçesi, yapı özellikleri  bakımından bazı noktalarda Eski Türkçenin özelliklerini taşımakla birlikte asıl Oğuz şivesinin ve ağızlarının yazı diline sokulmasıyla oluştuğu için tam olarak durulmuş ve standartlaşmış bir yazı dili karakteri göstermez. Anadolu’nun farklı bölgelerinde aynı dönemde yazılmış eserlerde çeşitli dil farkların görülmesi bunun delilidir. Eski Anadolu Türkçesi, durulmuş bir dil olmamakla birlikte dış tesirlerden önemli ölçüde uzak kalmış sade bir dil özelliği gösterir.

Eski Anadolu Türkçesi, İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlılar tarafından Anadolu ve Rumeli Türk birliğinin sağlanmasıyla standartlaşabilmiş ve bundan sonra da Osmanlı Türkçesi devrine girilmiştir.

Şair ve yazarlar tarafından Eski Anadolu Türkçesiyle yüzlerce eser verilmiştir. Dede Korkut Hikâyeleri de bu yüzyılda yazıya geçirilmiştir.  Yunus Emre, Mevlâna, Sultan Veled, Âşık Paşa, Ahmet Fakih, Hoca Dehhanî, Gülşehrî, Kadı Burhaneddin, Hacı Bayram Velî, Süleyman Çelebi... gibi isimler bu döneme eserleriyle damgasını vurmuş şair ve yazarlardır.

2. Osmanlı Türkçesi:

Osmanlı Türkçesi XV. yüzyıl sonlarından XX. yüzyıl başlarına kadar, Anadolu, Kırım, Irak, Suriye, Adalar, Rumeli ve Kuzey Afrika’da kullanılan Türk yazı dilidir.

Osmanlı Türkçesi, Türk dili ve edebiyatının XVI.-XIX. yüzyıllar arasındaki görünüşü bakımından klâsik devir olarak adlandırılır. Bu dönem Türkçesi de klâsik Osmanlı Türkçesi vasfını taşır. Tanzimattan sonraki gelişmeler dili de etkilediğinden Tanzimat ve  Servet-i Fünûn dönemlerinde kullanılan Osmanlı Türkçesi, klâsik devrin dilinden farklılık gösterir.

Osmanlı Türkçesi, 1911’de Yeni Lisan hareketinin ortaya çıkması ve Millî edebiyat döneminin başlamasıyla yerini Türkiye Türkçesine bırakmıştır.

Osmanlı Türkçesi devresi, Türkçenin Arap ve Fars dillerinin etkisinde kaldığı bir  devredir. Bu dönemde, Türkçeye Arap ve Fars dillerinden çok sayıda, kelime ve çeşitli dil unsurları girmiştir. Zaman zaman, bu dillerden giren kelime ve dil unsurlarındaki aşırılıklar dönemin dilini karmaşık ve suni  bir yapıya büründürmüştür. Hâl böyleyken Fuzûlî, Bakî, Nâbî, Nedim... gibi büyük şair ve yazarların eserlerinde Osmanlı Türkçesi, bir  edebiyat dili kimliği kazanmıştır.

Klâsik Osmanlı Türkçesi devresinde, nazım dili çok işlenmiş ve pek çok yeni şekillerle binlerce eser verilmiştir. Nesir dili nazım diline göre fazla işlenmemiştir. Nesir tarzında verilmiş eserlerde kuvvetli nazım dilinin etkisi kendini hissettirmiş; secili, sanatlı anlatımlara ağırlık verilmiştir. Dolayısıyla da nesir dili, nazım diline göre daha ağdalı bir dil görünüşe bürünmüştür. Nesirde, süslü ve sanatlı nesirlerin yanında didaktik mahiyette sade ve anlaşılır bir dille yazılan eserler de ortaya konmuştur.

Bu dönem Türkçesiyle Türk kültür, dil ve edebiyatına binlerce kıymetli eser bırakılmıştır. Bunların içinde hâlâ gün ışığına çıkarılmayı bekleyen yüzlerce eser bulunmaktadır. Osmanlı Türkçesi devri, Türk yazı dilinin en verimli dönemidir.

Osmanlı Türkçesiyle eser veren yüzlerce şair ve yazar vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Zatî, Hayalî, Fuzulî, Bakî, Nef’î, Nâbî, Nedim, Şeyh Galip, Hoca Sadettin, Evliya Çelebi, Naima Mustafa Efendi, Şeyhülislam Yahya Efendi, Kınalızâde Hasan Çelebi... gibi.

Osmanlı Türkçesi döneminde başka dillerin tesirinden önemli ölçüde uzak bir Türkçe de söz konusudur. Halk edebiyatı geleneğinin bu Türkçeyle varlığını devam ettirdiği görülür. Osmanlı Türkçesine paralel olarak varlığını sürdüren bu Türkçeyle eser vermiş ünlü halk şairlerinden  bazıları şunlardır: Pir sultan Abdal, Karacaoğlan, Aşık Ömer, Kul Mustafa, Köroğlu, Gevheri, Seyranî, Bayburtlu Zihnî, Dadaloğlu... gibi.

3. Bugünkü Türkiye Türkçesi

Batı Türkçesinin üçüncü gelişme devresi olan bu devre XX. yüzyıl başından bugüne kadar Türkiye Cumhuriyetinin resmi dili olarak kullanılan Türk yazı dilidir. Bugünkü Türkiye Türkçesi, Türkiye, Irak, Suriye, Kıbrıs, Batı Trakya, Bulgaristan ve Eski Yugoslavya sınırları içinde yaşayan Türklerle, dünyanın değişik ülkelerine (Avrupa,Amerika, Arap Ülkeleri, Avustralya vb.) göç etmiş olan Türklerin kullandığı yazı dilidir.

Türkiye Türkçesi, Osmanlı Türkçesinin konuşma diline yaklaştırılması anlayışı ekseninde XX. yüzyıl başında şekillenmeye başlamış Türk yazı dilidir. Tanzimat devrinde Osmanlı Türkçesinin konuşma diline yaklaştırılması yönünde birtakım çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar, Yeni Lisan hareketine kadar zaman zaman kesintilerle devam etmiştir. 1911 yılında Genç Kalemler dergisinde Ömer Seyfettin imzasıyla yayımlanan Yeni Lisan  makalesi Türkiye Türkçesinin milâdı olmuştur.

Tanzimat devrinde temelleri atılan Türkçülük hareketi II. Meşrutiyetle birlikte Millî Edebiyat anlayışına bağlı olarak hâkim bir fikir hareketi hâline gelir. Bu dönemde dil konusu, tarihî ve sosyal ihtiyaçlara uygun sistemli, bilimsel temelde bir dava hâlinde ele alınır. Dil konusunun sistemli bir şekilde ele alınmasında Yeni Lisan hareketinin payı büyüktür. Ömer Seyfettin, Ali Canip, Âkil Koyuncu gibi yazarların öncülüğünde 1911 yılında Selânik’te çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisi ilk defa Millî Edebiyat terimini kullanarak yeni bir edebiyat meydana getirme görevini üstlenmiştir. Millî bir edebiyatın ancak millî bir dille meydana getirilebileceğine inan yeni kuşak aydınlar Yeni Lisan hareketini başlatmışlardır.

Yeni Lisan hareketi Genç Kalemler dergisinde 1911 yılında yayımlanan bir makaleyle kamuoyuna duyurulmuştur. Bu makalede yeni bir dil meydana getirilmesinin hangi esaslar ekseninde olması gerektiği ortaya konulmuştur. Osmanlı Türkçesinin Arapça ve Farsçanın hakimiyeti altında kalmış yapma bir dil olduğuna inan Millî edebiyat temsilcileri, sosyal yönü ile halka inişi ve medenî kalkınmayı da sağlayacak Yeni Lisan hareketini şu esaslara bağlamışlardır:

a. Dilimizdeki Arapça ve Farsçaya ait gramer kurallarının kullanılmaması ve bu kurallarla yapılan tamlamaların kaldırılması.

b. Dilimize girmiş Arapça, Farsça kelimelerle kurulacak yeni isim ve sıfat tamlamalarında Türkçe kuralların işletilmesi.

c. Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçe söylendikleri gibi yazılması,

d. Bütün Arapça ve Farsça kelimelerin atılması gerekmediğinden, bilim terimi olarak Arapça kelimelerin kullanılmasına devam edilmesi.

e. Öteki Türk lehçe ve şivelerinden kelime alınması.

f. Yazı dili ile konuşma dili arasındaki açıklığın giderilmesi; İstanbul konuşmasına dayalı canlı bir yazı dilinin oluşturulması.

g. Bu yollardan yürünerek, dil ve edebiyatın Doğu ve Batı taklitçiliğinden kurtarılıp yaratıcı bir dil ve edebiyata  dönüştürülmesi.

Yeni Lisan hareketi, Osmanlı Türkçesinin yazı dilini yabancı unsurlardan arındırıp İstanbul Türkçesine dayalı millî bir yazı dili oluşturma hedefini güder. Bu sebeple kısa zamanda geniş kitleler tarafından benimsenmiş ve başka çalışmalarla bugünün yazı dilinin temellerinin atılmasına vesile olmuştur.  Yeni Lisan hareketinin ortaya koyduğu esaslar, dönemin şair ve yazarları tarafından ekseriyetle tasvip edilmiş, edebî eserlerde bu anlayışı destekleyen bir dil kullanılmıştır.

Cumhuriyet yıllarına gelindiğinde Tanzimat’tan beri devam eden çalışmalar neticesinde konuşma diliyle yazı dili arasındaki açıklık büyük ölçüde kapatılmıştır.

Türkiye Türkçesinin gelişmesinde Yeni Lisan hareketinden sonraki safha, dil inkılâbıdır. Dil inkılâbı, Yeni Lisan hareketinin başlattığı değişim ve gelişmeyi daha bir olgunlaştıran, dil konusunu, gelişme şartları bakımından çok yönlü ve sağlam bir fikir temelinde sürdürme amacına yönelen köklü bir dil hareketidir.  1928 yılında Latin alfabesinin kabulü ve 1932’de Atatürk’ün dil inkılâbını başlatmasıyla Türkiye Türkçesi,   dilin kişiliğini ve tarihî zenginliğini ortaya koyacak yeni bir araştırma ve geliştirme programına bağlanmıştır

Dil inkılâbının ulaşmak istediği hedefler şunlar olmuştur:

a. Dilimizi, Osmanlı Türkçesinin Türkçeye zarar veren pürüzlerinden ayıklamak, yazı dilinden Türkçeye yabancı kalmış olan unsurları ayıklamak.

b. Konuşma dili ile yazı dili arasındaki açıklığı kapatmak; dile millet varlığı içinde birleştirici ve bütünleştirici bir nitelik kazandırmak.

c. Türk diline, yapı ve özelliklerine uygun bir gelişme yolu çizebilmek.

d. Eğitim ve öğretimi, millî terbiyenin gerekli kıldığı bir millî eğitim diline kavuşturmak.

e. Türkçenin güzellik ve zenginliklerini ortaya koyabilmek ve onu dünya dilleri arasındaki değerine yaraşır bir düzeye ulaştırabilmek için dilimizi bir bilim kolu olarak ele almak ve üzerinde kaynaklarına inen, derinlemesine araştırma ve incelemeler yapmak.

f. Dile kelime türetme bakımından işleklik kazandırarak Türkçeyi millî kültürümüzün eksiksiz bir ifade vasıtası yapabilmek, çağdaş medeniyet seviyesinin  gerekli kıldığı bütün kelime ve kavramları karşılayabilecek işlek ve zengin bir kültür dili durumuna getirebilmek.

1940’lı yılların başına kadar iyi niyetle yürütülen çalışmalar sonunda önemli kazanımlar olmuştur. Ancak bu dönemde bazı yanlış yönlendirmeler, siyasî yaklaşımlar ve aşırı özleştirmecilik yolundaki zorlamalar, zaman zaman dilde ciddî tahribatların da yapılmasına sebep olmuştur.  Aşırı özleştirmecilik tutkusu sebebiyle dilin yapısına, mantığına, sistemine uymayan birçok kelime ve şekiller ortaya çıkmıştır. İfadede anlamı şekle fedâ eden bir kısırlaşma görülmüştür.

 Kökleri Tanzimat’a kadar giden millî bir dil meydana getirme arzusu ve bu yöndeki çalışmalar Cumhuriyet döneminde belli kırılmalar olmakla birlikte kendine has bir mecraya kavuşmuştur. Ancak 1970’lerden sonra, özellikle de son 20 yıldır, dilimiz üzerinde Batı dillerinin baskı kurmaya başladığı görülmektedir. Yabancı dille eğitim yapılması, ekonomide dışa açılma, dünyanın küreselleşmesi, teknolojinin insan hayatının bir parçası hâline gelmesi vb. sebeplerle günümüzde Türkçenin ciddî bir tehditle karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Yazı diline giren yabancı kelime ve dil kuralları Türkçeyi istilâ etmektedir. Bu durum sadece yazı dilinde değil, önemli ölçüde günlük dile de girmiş durumdadır.

Bugün yaklaşık yüzyıllık bir emekle bir noktaya gelen Türkçeye düne nazaran daha fazla ilgi gösterilmesi gerekmektedir. Milletçe yeni bir lisan hareketine ihtiyaç vardır. Yeni nesillerin dillerini doğru öğrenebilmesi için ivedilikle millî bir politikanın oluşturulması lazımdır. Aksi takdirde Türkçemizi çok zor yıllar beklemektedir.

4. Azerî Türkçesi

Batı Türkçesinin bugünkü Güney ve Kuzey Azerbaycan’da konuşulan koludur.  Oğuz ve Türkmen şivelerine dayanan Azerî Türkçesi , XVI. yüzyıla kadar Eski Anadolu Türkçesi içinde yol almıştır. Bu yüzyıldan sonraki gelişmelerle kendi şive karakterini bulmuştur. XIX. yüzyıldan beri Türkiye Türkçesinin etkisi altındadır. Bölge Rusya’nın egemenliği altında kaldığı yıllarda Azerî Türkçesi, Türkiye Türkçesinden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Son dönemde Rus egemenliğinin kalkmasıyla Türkiye Türkçesiyle Azerî Türkçesi arasındaki dil farkları ortadan kalmaya başlamıştır. Türk şiveleri içinde Türkiye Türkçesine en yakın şive, Azerî şivesidir.

 
   
Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol